Zamanı Çevirmek: Erken mi, İlk mi, Önce mi?
Çeviri, yalnızca kelimelerin değil, zamanın, kültürün ve düşünme biçimlerinin de bir dilden diğerine aktarımıdır. “Early Modern Europe” gibi tarihsel terimlerdeki “early” sözcüğü, İngilizce zihin yapısının belirli bir zaman anlayışını taşır. Peki bu kavram Türkçede nasıl karşılanmalı?
Eski İngilizce ærlice kelimesi, “zamanın bir ölçüm noktasına yakınlık” anlamına gelir. Bu sözcük, ær (“önce, evvel, sabah”) kökünden türemiştir ve Gotik air, Almanca eher, Yunanca eerios gibi “gün”, “sabah”, “başlangıç” çağrışımlı pek çok biçimle akrabadır.
Türkçedeki “erken” ise 1000 yıl öncesinden itibaren belgelenmiş bir sözcüktür. “Tam zamanında”, “aynı anda” anlamlarına sahip olan érken, Dede Korkut’ta “érken bindiler, av yerine vardılar” şeklinde kullanılmıştır. Meninski’nin 1680 tarihli sözlüğü, bu kelimeyi Arap harfleriyle verirken “mane, tempestivè” (zamanında, uygun vakitte) anlamlarını yüklemiştir.
Burada dikkate değer olan şudur: Early İngilizcede “önce gelen, zamanın başı” gibi göreli ve lineer bir algıyı taşırken, erken Türkçede “vaktinde, geç kalmamış” gibi daha döngüsel, nispî ve bağlamsal bir anlam taşır. Bu fark, sadece bir kelime değil, bir zaman tasavvurudur.
Dilsel Eşikler ve Zamanın İnşası: “Early” ile “Erken”in Etimolojik ve Anlamsal Karşılaştırması
İngilizcede “early” sözcüğü hem bir sıralama bildirir hem de bir beklentiyle karşılaştırmalı bir zaman göstergesidir. Etimolojik kökeni, Proto-Cermen airiz’e dayanır; sabah, gündoğumu, günün ilk ışıkları gibi doğrudan zamanın başlangıcıyla ilişkilidir. Bu da bize, Batı dillerinde “gündoğumu”yla metaforik olarak başlayan bir tarih ve zaman algısının izini verir.
Türkçede “erken” sözcüğünün ise Yenisey Yazıtlarından bu yana çok katmanlı bir anlam evreni vardır:
“İken” (eşzamanlılık),
“Tam zamanında” (vaktinde),
“Geç olmadan” (öncelik),
“Sabah” (günün erken saati),
Ve Meninski’de geçtiği şekliyle Latince tempestivus karşılığı olarak “uygun zaman” vurgusu…
Yani “erken”, yalnızca kronolojik olarak önce geleni değil, çoğu zaman “zamanında olanı” da ifade eder. Türkçede bir şeyin “erken” olması, sadece “önce” olması değildir; aynı zamanda “vaktine denk gelmesi”, “uygunluk” taşımasıdır. Bu da, İngilizcedeki “early” ile birebir örtüşmez.
Nitekim hem İngilizce “early” hem de Türkçedeki “erken”, çoğu zaman yalnızca bir sıralama veya zaman göstergesi değil, bir eşik durumunu anlatır. “Early Modern Europe” ifadesindeki “early”, belirli bir tarihsel kırılma noktasına, yani eşik zamana işaret eder: modernliğin henüz yerleşmediği ama geçmişin de aşıldığı bir ara evre.
Türkçede “erken” de bu geçiş doğasını yansıtır. Ne tam anlamıyla “önce”, ne de “başlangıç”tır. Bir şeyin “erken” olması, çoğu zaman henüz tamamlanmamış ama başlamış olan bir sürece gönderme yapar. Bu yönüyle, “erken” kavramı da bir eşik metaforu olarak okunabilir.
Bu noktada “ilk” sözcüğüne bakmak gerekir. “İlk”, sıralamanın başlangıcına işaret eder ama zaman algısı içermez; zamanla değil, dizisel konumla ilgilidir. “İlk insan”, “ilk kitap”, “ilk görüş” gibi kullanımlar sıklıkla vardır ama bu ifadeler, “erken” gibi bir bağlamın içine oturmazlar.
“Önce” ise tamamıyla bağlamsaldır; yalnızca başka bir şeye göre “ön”de olmayı bildirir.
Bu ayrımı şöyle çerçeveleyebiliriz:
İngilizce | Türkçe Karşılık | Anlam Çerçevesi |
early | erken | zamanın başı, beklentiden önce, uygun zaman |
first | ilk | sıralama, ardıllığın başı |
before | önce | başka bir şeye göre göreli zaman |
Bu çerçevede “Early Modern Europe” ifadesi, İngilizce zihnin “modernliğin henüz tam oturmadığı, ama başlamış olduğu dönem”ini anlatır. “İlk Modern Avrupa” desek, modernliğin en baştaki örneği gibi algılanabilir. “Ön-modern Avrupa” ise bambaşka bir şeydir: modernliğin henüz başlamadığı dönemi anlatır.
Yani hem kavramsal, hem etimolojik, hem de bağlamsal düzeyde Türkçedeki “erken” karşılığı, mevcut çeviri tercihini açıklamaya yeterli olabilir. Ancak bu yine de çevirmen özgürlüğünü ortadan kaldırmaz. Örneğin:
“Modern Avrupa’nın Şafağında Matbaa Devrimi”
“Modernliğin Eşiğinde Avrupa ve Matbaa”
“Avrupa’da Modern Çağın Başlarında Matbaa Devrimi”
gibi daha yaratıcı ama bağlamı koruyan seçenekler de mümkündür.
Çağdaş Metinlerde Kullanım Örnekleri
- “Early Modern Europe” → “Erken Modern Avrupa”
Bu ifade, tarih literatüründe genellikle 1450–1750 yıllarını kapsar. Modernite başlamıştır ama henüz kurumsallaşmamıştır. Bu sebeple “early”, burada kronolojiden çok bir eşik durumunu anlatır.
Bu dönemin belirleyici özelliği, hem Ortaçağ’ın normatif yapısından sıyrılma sürecinin başlamış olması hem de modernliğin henüz sabit bir forma kavuşmamış olmasıdır. Dolayısıyla burada söz konusu olan, tarihsel bir “başlangıç” değil, bir eşik zamanıdır. “Erken” ifadesi de bu eşiğin belirsiz, geçişli doğasını kavramsallaştırır.
Alternatif çeviriler:
“Modern Avrupa’nın İlk Dönemi” → Sıralama vurgusu var, ama zamanın atmosferi eksik.
“Modernliğe Yeni Uyanan Avrupa” → Yorum içeriyor, ama çağrışımsal olarak güçlü.
“Erken Modern Avrupa” → Yaygın kullanım; alışıldık ama birebir çeviri.
- “The early works of the artist…”
“Sanatçının erken dönem işleri…”
Bu çeviri kulağa tanıdık gelir, ama Türkçede “erken dönem işleri” ifadesi bazen “tam pişmemiş”, “çıraklık dönemi” gibi bir olumsuzluk da barındırabilir. İngilizce “early”de bu çağrışım yoktur.
Alternatif:
“Sanatçının ilk dönem işleri” → Nötr ve daha yaygın.
“Sanatçının başlangıç işleri” → Türkçede daha az kullanılır ama anlamı açık.
- “He arrived early.”
“Erken geldi.”
Burada “early”, beklenen vakitten önce olmayı belirtir. “İlk geldi” desek, gruba göre ilk sırada geldiği anlaşılır; ama zaman bağıntısı silinir.
Yani:
Erken geldi → Zaman çizelgesine göre önce.
İlk geldi → Diğerlerinden önce, ama ne kadar önce olduğu belirsiz.
- “Before the war” vs. “Earlier in the war”
Savaştan önce → (before) Savaş başlamadan önceki dönem.
Savaşın erken döneminde → (early) Savaş başladıktan sonraki ilk aşamalar.
Bu fark çeviride çok önemlidir. “Earlier in the war” ifadesini “savaştan önce” diye çevirmek ciddi bir tarihsel hata olur.
- “The first signs of change” vs. “The early signs of change”
Değişimin ilk işaretleri → Sıralama vurgusu (önce gelen belirtiler)
Değişimin erken işaretleri → Beklenenden ya da doğal akıştan önce gelen belirtiler
Yani biri “öncelik”, diğeri “vaktinden evvel”lik taşır. Aynı anda hem “ilk” hem “erken” olabilir, ama bu anlamı bağlam belirler.
Bu örneklerde görüldüğü üzere, İngilizcedeki “early” hem sıralama (first) hem de zamanlama (before) bağlamına yaklaşabilen esnek bir sözcüktür. Ancak Türkçede bu işlevler daha çok bölünmüştür:
“İlk”: sıralama (ordinality)
“Erken”: zamanlama, beklenti öncesi
“Önce”: karşılaştırmalı bağlam
Bu farkları gözetmeyen çeviriler, özellikle tarih yazımı ve felsefe çevirilerinde ciddi anlam kaymalarına yol açabilir. Çünkü “erken” kelimesi yalnızca zamana değil, uygunluk ve hazırlık durumu gibi kültürel anlamlara da açılır.
İngilizce İfade | Riskli Türkçe Çeviri | Önerilen Çeviri | Not |
Early Modern Period | İlk Modern Dönem | Erken Modern Dönem | “İlk”, tarihsel eşiği değil sıralamayı vurgular |
The early 20th century | 20. yüzyılın başı | 20. yüzyılın erken dönemleri | “Başı” ifadesi nötrdür; “erken” ise bağlamsal risk taşır |
Early diagnosis | Erken teşhis | Uygun | Etimolojik olarak risk uyarısı içerir |
He came early | O erken geldi | Uygun | “İlk geldi” demek yanlış anlam yaratır |
Early signs of trouble | Sorunun ilk işaretleri | Sorunun erken işaretleri | “İlk” kronolojik sıralama, “erken” zamansal sapma ifade eder |
Bu örneklerde görüldüğü üzere, İngilizcedeki “early” hem sıralama (first) hem de zamanlama (before) bağlamına yaklaşabilen esnek bir sözcüktür. Ancak Türkçede bu işlevler daha çok bölünmüştür:
“İlk”: sıralama (ordinality)
“Erken”: zamanlama, beklenti öncesi
“Önce”: karşılaştırmalı bağlam
Bu farkları gözetmeyen çeviriler, özellikle tarih yazımı ve felsefe metinleri gibi kavramsal hassasiyet taşıyan alanlarda ciddi anlam kaymalarına yol açabilir. Çünkü “erken” kelimesi yalnızca zamana değil, uygunluk, hazırlık ve olgunlaşma gibi kültürel anlamlara da açılır. Bu nedenle çeviride yalnızca sözlük eşleştirmeleri değil, dilsel sezgi ve bağlamsal çözümleme de gerekir.
Şiirde ve Edebiyatta Yankısı
Zaman kiplerinin edebi metinlerdeki yankısı, yalnızca kronolojik bir göstergeyle sınırlı kalmaz; her bir sözcük aynı zamanda bir duygunun taşıyıcısı hâline gelir. Türk şiiri, özellikle “erken”, “ilk” ve “önce” sözcüklerini kullanırken sadece bir zamanı değil, o zamanın insan ruhundaki karşılığını da kurcalar. Aşağıda bu üç sözcüğün bazı Türk şairlerinin dizelerinde nasıl anlamlandığını ve nasıl farklı duygularla yüklendiğini görüyoruz:
Erken
Nazım Hikmet, Yaşamak Şakaya Gelmez şiirinde, “Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini…” diyerek ölümün zamansızlığını dile getirir. “Erken gitmek” burada hayatı tamamlayamadan kopmayı, yaşanmamışlıkların hüznünü ifade eder.
Orhan Veli Kanık, Yol Türküleri şiirinde “Sabahları erken kalkılıyor yolculukta…” diyerek yalnızca bir zaman dilimini değil, o zamanın getirdiği özlem ve beklentiyi çağırır. “Erken” burada taze bir umudu da taşır.
Necip Fazıl Kısakürek, Erken Gel! adlı şiirinde “Ey genç adam, yolunu adım adım bilirsin! Erken gel, beni evde bulamayabilirsin!” derken, ölümle yarışan bir zamansallıktan söz eder. “Erken” burada artık geri dönüşü olmayan bir eşik öncesini simgeler.
İlhan Berk, Seni Düşündükçe şiirinde “Çok erken gelmişim seni bulamıyorum…” diyerek zamanla duygu arasındaki kopukluğu işler. Sevgiliyle buluşulamayan bir zamana atıf yapar. Erken gelmek, burada yalnızlıktır.
İlk
Nazım Hikmet, Yaşamak Şakaya Gelmez şiirinde, “Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.” der. “İlk hücum”, sadece savaşın başını değil, ölümle ilk temasın soğukluğunu anlatır. “İlk”, burada öncülüğün ve onun getirdiği trajedinin simgesidir.
Önce
Nazım Hikmet, Ben Senden Önce Ölmek İsterim şiirinde, “Ben senden önce ölmek isterim.” diyerek bir sevgi bağlılığı sunar. “Önce” sözcüğü, burada zamanın mantıksal sırasını aşarak fedakârlığın simgesine dönüşür.
Orhan Veli Kanık, Anlatamıyorum şiirinde “Bilmezdim… kelimelerinse kifayetsiz olduğunu / Bu derde düşmeden önce.” diyerek acıdan önceki dilin hafifliğini anlatır. “Önce” burada bir tür masumiyet perdesi gibidir; acının henüz ulaşmadığı, dilsizliğin henüz başlamadığı bir zamanı anlatır.
Sözcük | Temel Anlam | Şiirde Çağrışım | İngilizce Yakınlığı |
Erken | Beklenenden önce | Hazırsızlık, kırılganlık | Early (temporal) |
İlk | Sıralamada birinci | Saflık, güç, başlangıç | First |
Önce | Karşılaştırmalı zaman | Yitim, geçmişle yüzleşme | Before |
Bu üç sözcük, yalnızca zaman algısını değil, aynı zamanda Türkçede zamanın duygusal yükleniş biçimini de gösterir. “Zaman” belki de Türkçede kronolojik bir diziden ziyade, duygunun akışına bağlı olarak şekillenir. Bu yüzden “erken” ile “önce”, ya da “ilk” ile “erken” arasında kesin sınırlar çizmek yerine, onların şiirde bıraktığı gölgeleri okumak daha anlamlıdır.
Müdahale Zamanı: “Erken”in Politik ve İdeolojik Kullanımı
“Erken”in Politik, İdeolojik ve Etimolojik Kökleri: Zamanın Sınırlarında İktidar ve Kontrol
Gündelik dilde sıkça karşımıza çıkan “erken seçim”, “erken teşhis” veya “erken müdahale” gibi ifadeler, yalnızca zamansal bir önceliği değil, modernitenin zamanla kurduğu düzenleyici, baskıcı ve önleyici ilişkiyi de açığa çıkarır. Bu ifadeler, bir vakit bildiriminden öte, bir müdahale takvimidir. “Erken” kelimesi, Türkçenin derin köklerinden süzülerek hem kronolojik hem de varoluşsal anlam katmanları barındırır. Modern zamanın hız ve kontrol saplantısı, bu kelimenin çevresinde kendi etik ve estetik rejimini kurar. Dolayısıyla “erken”, yalnızca takvimdeki bir yer değil, bir zihniyetin izdüşümüdür.
Etimolojik Dokuda “Erken”: Olgunlaşmamışlık ve Müdahale
“Erken” sözcüğü, Eski Türkçedeki *ér-* fiilinden (olgunlaşmak, yetişmek, erişmek) türemiştir. Aynı kökten gelen ermiş, ergen, erişmek, erkin, erte gibi kelimelerle birlikte düşünüldüğünde, “erken” yalnızca zamansal bir önceleme değil, “henüz tamamlanmamışlık” ve “olgunluğa ulaşmadan önceki aşama” anlamlarıyla yüklüdür. Bu etimolojik yapı, “erken”in bir eksiklik hâlini, yarım kalmışlığı ve müdahale gerektiren bir durumu ifade ettiğini düşündürür.
Örneğin, “erken doğum” yalnızca takvimsel bir sapma değil; tamamlanmamışlık, hazırlıksızlık ve olası risklerle birlikte düşünülür. Benzer şekilde “erken teşhis” ya da “erken uyarı” sistemleri, henüz gerçekleşmemiş olanı yönetmeye, potansiyel bir tehdidi önceden denetim altına almaya çalışır. “Erken”, böylece olgunlaşmamış olanın hem bir tehlike hem de müdahale nesnesi hâline geldiği bir kavşak noktasıdır.
Politik Bir Araç: Erken Seçim ve Kontrollü Kaos
Siyasal söylemde “erken seçim”, yalnızca anayasal takvimin öne çekilmesi değil, aynı zamanda bir kriz yönetimi ve zaman üzerinde tahakküm kurma arzusudur. Burada “erken”, siyasal bir panzehir gibi sunulur: Krizin büyümeden bastırılması, sürecin kontrolden çıkmadan yönlendirilmesi. Ancak bu aynı zamanda bir itiraftır: Seçimin “erken” yapılması, sistemin normal işleyişinde bir aksama olduğunu kabul eder. “Erken”, hem sorunu görünür kılar hem de o sorunu zaman içinde yeniden çerçeveleyerek çözülebilir kılma illüzyonu yaratır.
Bu kullanım, iktidarın zaman üzerindeki düzenleyici gücüne işaret eder. Seçim süreci henüz siyasal olarak “olgunlaşmadan” yapılan müdahale, geleceği önceden belirleme ve şekillendirme arzusudur. Bu durum, Michel Foucault’nun biyopolitika kavramıyla da örtüşür: Nasıl ki “erken teşhis” bireysel bedeni henüz hasta olmadan disipline etmeyi amaçlıyorsa, “erken seçim” de siyasal bedeni, halk iradesini ve toplumsal akışı kontrol altına almanın aracıdır.
Bilginin Panik Hâli: Erken Teşhis ve Risk Yönetimi
Tıpta sıkça duyduğumuz “erken teşhis hayat kurtarır” ifadesi, modern bilgi sistemlerinin zamanla kurduğu ilişkinin özüdür. Burada bilgi, yalnızca hakikati ortaya çıkarmaya değil, potansiyeli önceden görmeye, yani geleceği bugünden yönetmeye yönelmiştir. Henüz hasta olmayan bir beden, erken teşhis sayesinde bir risk kategorisine dâhil edilir; beden, normal işleyişinden sapmadan önce gözlem altına alınır.
Bu yaklaşım yalnızca tıpla sınırlı değildir. Çocuk gelişimi, psikoloji, eğitim gibi alanlarda da “erken müdahale” stratejileri, bireyin geleceğini önceden öngörme ve şekillendirme arzusunun ürünüdür. “Erken” burada, bireyin henüz kendi sürecini tamamlamadan normatif kalıplara göre düzeltilmesini, hizaya sokulmasını ifade eder. Müdahalenin zamanlaması, onun meşruiyetini belirler: Ne zaman yapıldığı, ne yapıldığından daha çok önem kazanır.
Modernitenin Telaşı: “Erken”in Ahlaki ve İdeolojik Yükü
Modern toplumda “erken” bir erdem, hatta neredeyse bir zorunluluk hâline gelmiştir. Erken kalkmak çalışkanlığın, erken yatırım yapmak öngörünün, erken gelişim göstermek üstünlüğün işaretidir. Bu zihniyet, modernitenin hız takıntısıyla birleşerek bir “panik etiği” yaratır: Geç kalmak zayıflık, erken davranmak sorumluluk gibi kodlanır.
Türkiye gibi sürekli kriz ve yeniden yapılanma süreçleriyle yaşayan toplumlarda ise “erken” kelimesi, çoğu zaman belirsizlik karşısında bir güvence arayışıdır. Zamanın ne zaman “zamanında” olduğuna dair ortak bir mutabakat kalmadığında, “erken” bir tür kontrol yanılsaması sunar. Fakat bu yanılsama, iktidarın zaman üzerinde yeni tanımlar ve sınırlar koyma yetkisini pekiştirir.
Eşik Zaman: “Erken”in Liminal Doğası
Antropolog Victor Turner, geçiş ritüelleri üzerine yaptığı çalışmalarda “liminal (eşiksel) zaman” kavramını ortaya atar: Bir şeyin henüz bitmediği ama yenisinin de tam başlamadığı geçici, akışkan dönemler. “Erken” kavramı, bu eşiksel doğaya sahiptir: Henüz olgunlaşmamış ama artık geri dönülemeyen bir zaman.
Bu durum, “erken”in modern söylemlerdeki ikili yapısını açıklar: Hem kurtarıcı hem baskıcıdır. Bir yandan hayat kurtarma, krizi önleme, riskleri yönetme vaadi taşır; diğer yandan bireyin ve toplumun zamanla olan ilişkisini disipline ederek özgürlük alanlarını daraltır. Etimolojik köklerinde barındırdığı “olgunlaşma süreci” ile modern kullanımında karşılaştığı “müdahale zorunluluğu” arasındaki gerilim, bu kelimeyi nötr bir zaman belirteci olmaktan çıkarır.
“Erken”, modern insanın zamana karşı verdiği panikli bir mücadelenin dildeki yansımasıdır: Henüz olmamış olanla artık geç olmuş olan arasındaki dar aralık, “erken”in anlamını belirler. İktidar mekanizmaları, bu eşiği tanımlayarak hem zamanı hem de zamanın sınırlarını kontrol etme gücünü elinde tutar.
Bu bölümü bütüncül olarak değerlendirdiğimizde “Erken”in iki yüzü ile karşılaştığımız sonucuna varırız.
“Erken”, modern söylemlerde hem umut hem korku rejimiyle işler. Bir yandan krizleri önleme, hayatı kurtarma, toplumsal sürekliliği sağlama iddiası taşır; diğer yandan bu iddia, iktidarın bireysel ve kolektif zamanı yeniden tanımlama yetkisini meşrulaştırır. Etimolojik kökenlerinden modern politik manipülasyonlarına uzanan bu kavram, zamanın yalnızca bir ölçüt değil, bir iktidar alanı olduğunu gösterir. “Erken”in çağrıştırdığı aciliyet, modern insanı sürekli bir eşikte yaşamaya mahkûm eder: Ne tam şimdi, ne tam sonra… Bu belirsizlik, kontrolün değil, iktidarın dilidir.
Biraz Erken, Belki de Vaktinde
Zamanı ölçmek, insanın en eski alışkanlıklarından biri. Ama biz onu sadece saatle, takvimle mi ölçüyoruz gerçekten? Yoksa içimizde bir yerlerde, kendi saatimizi mi taşıyoruz?
“Erken” dediğimiz şey, belki de sadece bir zaman biçimi değil. Bazen bir iç sıkıntısı, bazen bir telaş, bazen de bir umut. “Biraz erken geldim galiba” diyen birinin sesinde, hem beklenmemiş olmanın utancı vardır, hem de bir adım önce atmış olmanın sevinci. Bu iki duygu, bazen aynı nefeste buluşur.
Türkçede zamanı anlatan kelimelerin böylesine derin çağrışımlara sahip olması boşuna değil. “İlk” dediğimizde yalnızca sıranın başını değil, başlangıçtaki o saf hâli kastederiz. “Önce” dediğimizde yalnızca geçmişi değil, biraz da yitip gitmiş olanı anarız. “Erken” dediğimizdeyse, yalnızca vaktinden önce olanı değil, bazen vaktine hiç gelememiş olanı düşünürüz.
Şiirler, şarkılar, halk deyişleri… Hepsi zamanı sıraya koymaktan çok, ona duygular yükler. Çünkü biz zamanı hislerle ölçen bir halkız. Sabahı “seher vakti” diye anmamız boşuna mı? Gecenin bir saatini “yatsı” dememiz, öğleden sonrayı “ikindi” diye çağırmamız… Bunların her biri, zamana sadece ölçü değil, bir hâl de biçer.
Modern dünyanın zamanı cetvelle ölçen hâlleriyle, dilimizin kıvrımlarında yaşayan bu zamansal sezgi bazen çarpışır. “Erken teşhis” bir tıbbi başarı olabilir; ama “erken büyümek” bir çocuğun ruhunda açılan bir yaradır. “Erken seçim” bir strateji olarak alkışlanabilir; ama “erken gitmek” dendiğinde içimizde bir boşluk kalır.
Belki de mesele şudur: Biz zamanı olduğu gibi değil, bize değdiği yerden hissederiz. Ve o yüzden “erken” kelimesi tek başına bir saat dilimi değil, bir duygu eşiğidir. Ne tam içeride, ne tam dışarıda.
Yani “erken” demek, bazen içimizin saatini biraz fazla kurmak demektir.
Belki de her şey, tam vaktinde oluyordur.
Ama biz, hep biraz erken hissediyoruzdur.
Etiketler:
#çeviri #türkçe #zaman #erken
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!