18 Ocak 2017
Ben Dünyaya Doğru Yürümekle Meşhurum
Akışta “Unutamadığınız bir fakirlik anınız var mı?” sorusunu görünce yukarıdaki cümleler döküldü dilimden ve ansıdım…
1993 yazıydı. Henüz 14 yaşımdaydım ve dünyanın ne kadar büyük, benimse ne kadar küçük olduğumu yeni yeni anlamaya başlıyordum. Sıcak bir Temmuz günüydü, cebimde sınava gidiş ve dönüş için yetecek kadar param vardı. Sabah sınava gitmek için otobüse binmiş, dönüş paramı dikkatle ayırmıştım. Ancak sınav sırasında, içeride sıramı beklerken dayanılmaz bir açlık hissettim ama dayanırım dedim. Sınav bir şekilde bitti ve dışarı çıktım.
Sınav için ailelerinin otomobilleriyle gelenlerin ve gururla evlatlarının çıkışını bekleyen ailelerin kımıldayan kalabalığı içinden sanki bir hayalet gibi sessizce sıyrılıp geçtim. Kimse fark etmedi. Oysa adımlarımın ısrarı, öfkesi, hayalleri vardı. \
Durağa yanaştığımda açlık dayanılmaz hale gelmişti. Durağın köşesindeki tezgahtan yalnızca bir gevrek aldım. Bu küçük hesapsızlık planımı bozdu. Durağa döndüğümde fark ettim ki, elimde yalnızca terminalden Manisa’ya dönmeye yetecek kadar para kalmıştı. Artık Konak otobüsüne binmek bir seçenek değildi. Konaktan terminale gidişimi ise hiç düşünmüyordum. Terminal büyük şehirlerde garajlara deniyordu. Küçük yerlerin garajı olur. Garajın büyüğüne terminal denirdi. Bu bir medeniyet göstergesiydi benim için. İşte o an herhangi bir karar vermeden yürüdüm. Yürüdüm. Yürüdüm. Yürüyüşüm, bir seçenek değil bir inat gibi zorunluydu o an.
Denizi ilk kez o gün gördüm. Uzaktan maviliğini seyrederken göğüs kafesimde bir sıkışma hissettim; sevinçle şaşkınlık arası bir sıkışma. O maviliğe yaklaştıkça içimde birşeyler dalgalanıyor, şairin dediği gibi “ruhumu bölen şeyler” çoğalıyordu. Deniz, her zamanki gibi kendi bildiğini okuyor, dünyayı tuz ve ışıkla kaplıyordu. Bir ara dudaklarımı yaladım. Tuz… Denizin tadına tuz katmışlar.
Güneşin altında yürüdüm. Gölgelerın sıcak rüzgâra karışıp kaybolduğu o anlarda, dilimde bir ezgi dolanıyordu: “Bir güneş doğuyor…” Bu melodiyle sürekli tekrar eden adımlarım bir ahenk kazanıyor, ısrarım şekilleniyordu. Konak Meydanı’na vardığımda akşam oluyordu. Kalabalık otobüs duraklarında, ceketlerinin altına ekmeklerini saklayan babalar vardı. Çocuklar ellerinden tutuyordu. Ben kimseye tutunmadan yürüyordum.
Artık ayaklarımı hissetmiyordum. Tabanlarım yanan küçük fırınlara dönmüştü. Cebimdeki para terminalden Manisa’ya dönmeye ancak yeterdi. Ama terminale kadar yürüyecek halim yoktu. Tam bu noktada hikâye biraz karışıyor… Bir otobüsün içine nasıl bindim, hala bilmiyorum. Şoföre bir şeyler mırıldandım, galiba halimi anladı. Burayı da bilmiyorum. Sadece kendimi terminalde Manisa otobüsüne binerken hatırlıyorum.
Manisa’ya vardığımda geceydi. Ayın söndürülmüş bir lambaya benzediği o saatlerde garajdan çıktım. Beyaz Fil’e kadar nasıl yürüdüm, hatırlamıyorum. Bedenim kendi yolunu buluyordu belki de. Eve vardığımda musluğun altına eğdim kendimi. Yüzümün ateşten bir pancara döndüğünü aynada gördüm. Meğerse güneş yakıyormuş, yoğurt soğutuyormuş. Bütün bu ayrıntılar hayatın ilk öğretileriydi benim için.
Uyudum. Uyandım. Yorgunluğum geçmişti ama içimde birşey kalmıştı. Adını bilmediğim bir şey… Geçmedi. Geçmesini de istemedim. O yürüyüşümün bana armağanıydı. 21,1 kilometrelik bir adımlar zinciri, bir ömrün kilometre taşlarını döşemişti.
Evrenin ne kadar büyük olduğunu, birden çok evrenin var olabileceğini, gökyüzünün ve yıldızların büyüleyiciliğini öğrenmiştim. Güneşin aslında sıradan, hatta küçük bir yıldız olduğunu, çok daha büyük yıldızların varlığını keşfetmiştim. Mesela VY Canis Majoris… Onu öğrendiğimde, denize doğru gözlerimi kısarak bakmak istedim. Güneşe bir şöyle diyebilmek için: “Mağrurlanma sultanım, senden büyük VY Canis Majoris var!”
Çocuklukta ve gençlikte karşılaşılan zorluklar, eğer doğru anlamlandırılır ve kırılmadan kabullenilirse, genç bir fidanın düzgünce büyüyebilmesi için sağına soluna dayanan destekler gibidir. Bazen de alt dalların budanmasına benzer; her budama can acıtsa da aslında ağacın daha güçlü ve daha sağlam bir şekilde büyümesini sağlar. Hayatın bu zorlukları, kim olduğumuzu şekillendiren, bizi kendi kalbimize ve özümüze yaklaştıran bir yolculuğun parçaları, kendimizi tanımanın aynalarıdır.
Rahmetli Cahit Zarifoğlu’nun dediği gibi:
“Bir kalbiniz vardır, onu tanıyınız.”
Ben de eklemek isterim:
Bir yürüyüşünüz vardır, onu unutmayınız.
Etiketler:
#hikaye #anı-roman #yenidenyaşamak
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!