İnsanın kendini beğenmesi için başkalarına ihtiyaç duyması, eksikliğinin en temel göstergesidir. Kendi varlığını, değerini ve güzelliğini dışarıdan bir onaya bağlamak, özünde bir boşluk hissinin yansımasıdır. Bu açmaz, narsistik kişiliğin temel dinamiğidir ve onu sürekli bir onay arayışına mahkûm eder.
Masallarda güzelliğiyle nam salmış kraliçeler genellikle bir aynayla konuşur. Ancak bu sıradan bir hayranlık değil, bir onay ihtiyacıdır. Kraliçe, yalnızca aynada kendini seyretmekle yetinmez; güzelliğinin tasdik edilmesini bekler. Aynanın verdiği cevap, onun varoluşsal güvencesidir. Burada narsistin dilemmasını görürüz: Gerçekte kim olduğunu biliyordur ama kendisine çizdiği mükemmel imajı kaybetmemek için sürekli dış bir kaynaktan doğrulama almak zorundadır.
Ancak bu doğrulama sonsuz bir güven hissi yaratmaz. Masaldaki güzel kraliçe, aslında yaşlı bir cadıdır. Her aynaya baktığında gördüğü güzelliğin sihir olduğunu bilir ve gerçek yüzünü hatırlar. Bu yüzden yalnızca kendi yansımasına güvenemez; biri çıkıp en güzelin o olduğunu söylemelidir. Böylece bir başkasının bakışını, kendi kırılgan benlik algısını korumak için bir araç haline getirir.
Narsistin Gerçeği Çarpıtma Mekanizması
Narsistik birey için ayna sadece bir yansıma aracı değildir; gerçeği bükebildiği bir yüzeydir. Aynanın ona söylediği her şey bir sihir, bir illüzyonun parçasıdır. Bu yüzden, çevresindekileri de bu illüzyona dahil etmek ister. Onların da aynı şekilde düşünmesini, ona aynadaki güzelliğini tasdik eden bir ses olmasını bekler. Tıpkı masaldaki kraliçenin, saray halkını kendi güzelliği konusunda susturamayacağı ama inandırmaya mecbur bırakacağı gibi.
Patolojik narsisistlerin temel özelliği, sağlıklı bir şekilde bireyselleşememeleri ve gerçek benliklerinin yerine false self dediğimiz sahte bir kimlik inşa etmeleridir. Bu sahte kimliği korumak için dış dünyada bir fantezi hapishanesi yaratırlar.
Bu hapishane, yalnızca dış dünyayı kontrol etmeye yönelik değil, aynı zamanda narsistin kendi iç dünyasını da düzenlemeye hizmet eden bir yapıdır. Çünkü gerçek benliklerinin kırılganlığı onları sürekli bir teyit arayışına iter. Bu teyit, yalnızca değerli hissetmek için değil, varoluşlarını sürdürebilmek için bir zorunluluktur. Teyidin eksikliği, narsistik yapının içsel çöküşü anlamına gelir.
Narsistin inşa ettiği sahte kimlik, mutlak bir mükemmellik ve kusursuzluk iddiası taşır. Ancak bu iddia, sürekli olarak dışarıdan desteklenmelidir. Eğer dış dünyadan gelen yansımalar onun fantezisini beslemiyorsa, bu durum büyük bir tehdit olarak algılanır. Gerçeğin dayattığı bu engel karşısında narsistik öfke devreye girer. Çünkü narsist gerçeği bükerek algılamaya alışkındır; ancak bükülemeyen bir gerçeklikle yüzleşmek zorunda kaldığında öfkelenir, savunmaya geçer ve çevresine saldırgan tepkiler verir.
Narsistik Yaralanma ve Öfkenin Kaynağı
Narsistik bireyin en büyük korkularından biri, sahte benliğinin ifşa olmasıdır. Bu nedenle, eleştiri ya da reddedilme gibi durumları bir tehdit olarak algılar ve buna karşı sert tepkiler verir. Narsistik yaralanma olarak adlandırılan bu durum, kişinin kendi kırılgan benliğini koruma çabasının bir yansımasıdır. Bir başkası onun kusursuz olmadığını ima ettiğinde bile, bunu kişisel bir saldırı olarak görerek yoğun bir savunmaya geçer.
Bir narsistin çevresindekilere yaklaşımı, onların ne hissettiğinden veya düşündüğünden çok, onun için ne kadar işlevsel olduklarına bağlıdır. Eğer biri, narsistin kurduğu illüzyona hizmet ediyorsa, ona sadık bir yoldaş gibi görünür. Ancak bu kişi, onun kurguladığı dünyadan saparak gerçeği göstermeye çalışırsa, narsistin öfkesi hızla tetiklenir. Çünkü narsist gerçeği anlayamaz değil, aksine onu kendi fantezisine uygun şekilde eğip bükerek algılar. Ancak bükülemeyen, reddedilemeyen bir gerçekle karşılaştığında içsel bir tehditle yüzleşir ve bunu savuşturmak için agresif ve düşmanca tepkiler verir.
Bu noktada, narsistin insan ilişkileri genellikle bir karşıtlık üzerine kurulur. Onun dünyasında insanlar ya onu destekleyen müttefiklerdir ya da tehdit oluşturan düşmanlar. Özellikle “kötü anne – iyi ben” ikilemi çerçevesinde hareket eder. Tıpkı çocukluk döneminde annesiyle sağlıklı bir ayrışma gerçekleştiremeyen bir birey gibi, çevresindeki insanları da benzer rollere zorlar. Birileri kötü olmak zorundadır ki, kendisini iyi hissedebilsin. Başkalarının eksikliklerini ve hatalarını vurgulayarak kendi kusursuz imajını pekiştirmeye çalışır.
Ancak bu mekanizma, narsistik birey için sürekli bir düşman üretme zorunluluğunu da beraberinde getirir. Eğer çevresinde bir karşıtlık yaratamazsa, kendi içindeki boşlukla yüzleşmek zorunda kalır ki, bu durum narsistik yapı için bir varoluş krizine dönüşebilir. Bu yüzden, sık sık düşmanlar icat eder, onların tehditkâr olduğuna kendini ve başkalarını inandırmak için hikâyeler uydurur. Böylece hem kendi sahte benliğini savunur hem de gerçeği kendi lehine olacak şekilde yeniden yazar.
Zamanla bu durum, narsistin gerçeklikten kopuşunu derinleştirir. Onun için önemli olan, hakikatin kendisi değil, hakikatin ona nasıl hizmet ettiğidir. Çevresindekiler ne kadar manipüle edilebilir ve onun dünyasına dahil edilebilirlerse, narsist o kadar güvende hisseder. Ancak herhangi biri bu kurguyu reddeder, gerçeği açıkça ortaya koyarsa, narsistik birey için büyük bir tehdit haline gelir ve şiddetli bir savunma mekanizmasını tetikler.
Narsist, sürekli bir savaşın içinde yaşar. İç dünyasında hissettiği boşluğu bastırmak için dış dünyayı şekillendirmeye çalışır. Ancak gerçeği sonsuza kadar eğip bükemez; eninde sonunda kendi yanılsamalarının içinde sıkışıp kalır.
Narsizm: Kendine Mahkûm Olmak
Narsizm, toplumda sıklıkla kendine aşık olma haliyle ilişkilendirilse de, gerçekte bu, çok daha karmaşık ve acı verici bir durumdur. Narsist birey, sürekli olarak kendi imajını yüceltir, ancak bu yüceltilen imaj aslında gerçek benliğinden tamamen koparılmış, yüzeysel bir maskedir. Gerçek benlik, derinliklerinden sıkışmış bir şekilde, maskenin gerisinde bir yerlerde, suskun kalır. Bu maske, narsistin çevresi tarafından beğenilme, onaylanma ve kabul edilme arzusunun bir yansımasıdır. Her onay, her takdir, onun içindeki boşluğu geçici olarak doldurur, ancak bu döngü hiç durmaksızın devam eder. Çünkü narsist, bu takdirleri sadece varlığını sürdürebilmek için bir araç olarak kullanır, onları içsel tatmin ya da gerçek bir sevgi kaynağı olarak görmez.
Narsistin içsel boşluğu, dışarıdan ne kadar parlak bir şekilde gözükse de derinlerde, hep bir eksiklik duygusuyla sarılıdır. Kendini sürekli yücelten bu birey, gerçek benliğine duyduğu korku yüzünden onun varlığını bastırır. Gerçek benlik, sevgiye, empatiye ve içsel huzura ulaşmayı arzulasa da, narsistin sahte kimliği, bu istekleri dışlar ve onları bir tehdit olarak algılar. Narsist, çevresindeki insanları, birer onay vericiler ve araçlar olarak görür. Sürekli teyit arayışı içinde, kendi içindeki boşlukları dışarıdan alacağı onaylarla doldurmayı umar. Ancak bu döngü, kişiye gerçek anlamda bir huzur vermez. Onun yerine yalnızca tükenmişlik ve tatminsizlik bırakır.
Bütün bu manipülasyon ve yansımalara rağmen, narsist bir gün aynaya baktığında, kendini bulamaz. Gördüğü yansıma, sadece yarattığı maskenin bir izdüşümüdür ve gerçeğin karanlık gölgesi her zaman gizlidir. Gerçek sevgi, empati ve huzur arayışı, bu sahte kimliğin çerçevesinde kaybolur. Narsist, masalların o sonsuz mutluluğa ulaşamayan kraliçeleri gibidir. Çünkü masalların mutlu sonları, sadece dış dünyadaki başarılarla değil, içsel bir huzur ve kabul ile tamamlanabilir. Oysa narsistin mutlu sonu yoktur; sadece sürekli bir arayış ve tükeniş vardır.
Etiketler:
#narsizm #Özsevgi #BüyüklükKompleksi #EmpatiEksikliği #DışaVurum #SosyalManipülasyon
Narsisistik kişilik bozukluğu olanlar aslında onay beklemezler. Yazıda aynayı onay mekanizması yapması ile insanları birer onay mekanizması yapmasında devreye önce narsisistin manipülasyonu girer. Onların gerçekten onaylayıp onaylamaması, düşünceleri çok önemli değildir. Önemli olması için bu insanları önce idealize eder. Bu idealize kişi artık onun iç dünyasına aittir. Gerçeklikle bağını kopartır. O kişi ne yaparsa yapsın onun idealindeki kişinin bunlarla alakası yoktur, hikaye uydurmaya, duyguları ve gerçekleri çarpıtmaya başlar. Yarattığı fantazi dünyası dışında değil, içindedir.
Kendini, içselleştirdiği bu ideal kişilerce aslında yine kendine onaylatır, bu kişilerin gerçekte ne düşündüğü çok önemli değildir. Kendini manipüle eder herkesten önce. Bu fantaziyi tehdit eden her gerçekle karşılaşmada da dışarıyı manipüle etmeya başlar. Hikayeyi bozmalarına izin vermez. Bu insanlar hayatından çıksa bile içeride ideal halleriyle yaşamaya devam ederler. Ancak narsisistik sarsılma (yaralanma değil) yaşarsa bu sefer idealize ettiği bu insanları değersizleştirmeye başlar.
Narisisistik kişilik bozukluğunu, false self’i, bu anne olan dinamiklerin tekrar tekrar yaşatılması için kurduğu düzeneği, kendine mahkumiyeti Kronberg ve Kohut güzel inceliyor.