Bölüm I – Dikişin Anatomisi

Ben bedenimi bir ceket gibi taşıyorum,
omuzlarıma ağır geliyor artık bu kumaş.
Kimi sabahlar, giymeyi unutmuşum gibi
boşlukta sallanıyor kollarım.
İçimdeki astar—zamanla yıpranmış sessizlik,
her adımda biraz daha yırtılıyor.

Kumaşım buruşuk,
çoğu gece ütüsüz uyanırım düşlerden.
Bedenim, eski bir sandığın içinde kalmış—
naftalin kokusu yok ama
anılarım küflenmiş.

Her soluk alışta gevşeyen düğüm,
tenime batıyor paslı bir iğne gibi.
İpliğin sesi çınlıyor kulağımda bazen:
geriliyor, inceliyor,
ve her gerilişte biraz daha
sessizliğe gömülüyor dilim.

Göğsümde bir sökük,
rüzgârın uğultusu sızıyor içeri.
Kalbim, astarı delinmiş bir cep gibi
sallanıyor boşlukta—
hiçbir yere konamadan.

İpliğin rengi soluk gri,
ama bazı yerlerde kurumuş kan izi.
Bunlardan birini
bir ayrılığın sabahında fark etmiştim,
diğerini hatırlamıyorum—
belki de görmek istemedim.

Düğmelerim kayıp:
biri annemin sesiyle birlikte düştü yere,
diğeri eski bir sevdanın cebinde unutuldu.
Geriye kalan son düğme,
her sabah biraz daha gevşek—
tutmaz artık, biliyorum.
Çünkü hiçbir şey sonsuza dek dayanmaz
bu kadar incelmiş ipliklere.

Bazen dikişlerime bakıyorum,
kim dikti bunları diye soruyorum kendime:
Kader mi?
Yalnızlık mı?
Yoksa çok uzun süre susmuşluğum mu
bir iğneye dönüşüp
beni bana mı tutturdu?

Ama artık tutmuyor.
İçimde bir çıtırtı duyuyorum bazı geceler,
bir ip kopuyor sessizce—
tıpkı uyurken düşen bir yıldız gibi,
haber vermeden.
Sabah uyanınca
gömleğimin içinde bir boşluk hissediyorum:
bir tarafım yok artık.

Bir dikiş daha çözülecek, biliyorum.
Bedenim, ruhuma artık büyük geliyor.
Her adımda biraz daha düşüyorum içimden—
ve bir gün
iğne, tam kalbimin üstünde kırılacak.

Bölüm II – Kopuşun İşaretleri

İpliklerim titriyor—
bir çil yaprağı gibi
sonbaharın en ince rüzgârında.
Tutunduğum her şey
biraz daha gevşiyor her esintide;
sabırla dikilmiş bir ömrün
çözülmeye yüz tutmuş kenarlarıyım.

Bir düğüm daha çözülüyor içimde.
Kim dikti beni?
Hangi el geçti üzerimden?
Her biri kendi ipliğiyle iz bıraktı:
bazısı kördüğüm,
bazısı yalnızca tutunmuş bir süreliğine.
Ama hiçbir düğüm sonsuza dek dayanmaz.

İğne, aceleyle batırılmış bazı yerlere—
zaman yetmemiş belki,
ya da sabır.
Kimi dikişler
sadece örtmek için atılmış:
altında hâlâ yara,
hâlâ yırtık.

Şimdi o yerlerden
ince bir sızı sızıyor.
Her adımda, her esneme anında
kanıma karışan geçmişler:
unutulmuş bir cümle,
göz ucuyla kaçan bir bakış,
çocukluğumdan kalma bir yırtık—
kapanmamış, kapatılmamış.
Kanıyor içten, sessiz.

Avuçlarımda toplamaya çalışıyorum
düşen düğmeleri.
Zamanın deliklerinden sızan her biri
bir başka kaybın yankısı:
biri annemin suskunluğu,
biri çocukken kaybettiğim ilk arkadaşın sesi,
diğeri… adını unuttum belki,
ama izi kaldı elimde—
soğuk, kaygan,
tutunmuyorlar.

Aynaya bakıyorum:
yaka dikişim açık.
Başım bedenime küskün.
Denge, yalnızca alışkanlıkla duran bir heykel.
Ama hâlâ direniyor paslı bir iğne,
bir umut gibi inatçı.
Bedenim iplikleri sıkılaştırıyor,
ama ruh—
gökyüzünü koklayarak
uçmak istiyor.

Gözkapaklarımın altına siniyor bir his:
yakında gideceğim.
Ama nereye bilmiyorum.
Yalnızca biliyorum—
bu beden artık beni taşıyamıyor.

Ruhum,
ayak uçlarında bekliyor kapıda.
Vurmuyor.
İçimde boşalacak o son odacığı bekliyor.
Bir kıymık daha çözülsün,
bir ilmek daha…
O zaman.

Ve geceleri—
uykuyla uyanıklık arasında,
bir çıtırtı:
bir tanesi daha koptu.
bir tanesi daha.
bir tanesi
daha.

Bölüm III – Uçuş ve Geride Kalan

Yavaşça yükseliyorum—
bedenim, bir yelken gibi,
gökyüzüne doğru süzülen bir kuşun kanatlarında.
Ama hissetmiyorum.
Zihnim hâlâ ağırlıkta,
ama tenim artık bana ait değil.

Her bir tüy,
her bir hafif dokunuş
“buradaydım” diyor.
Bir anı, bir hüzün—
ama hafif,
rüzgâr gibi geçici.

Bedenim toprağa kök salmış,
sıkı sıkıya tutunuyor hâlâ.
Ama ben,
bir kuşum şimdi,
ya da bir bulut belki—
her şeyin ötesinde.
Geride kalan her şey
artık sadece bir görüntü,
bir yankı.
Uzaklaşsam da
bir adım daha atabilirim gibi.

Gömleğim boşalıyor yavaşça,
her kumaş parçası bir hatıra bırakıyor yere.
Dikişler çözülüyor.
İçimdeki sesler bir bir
sessizliğe karışıyor.

Arkada kalan beden,
tutunmaya çalışıyor hâlâ.
Ama ben artık o değilim—
ne taşıyanım,
ne tamamlayan.
Ben, geride bırakılanım.
Bir tüy düşüyor yerden:
bir zamanlar ben olduğumun izini taşıyor.

Ruhum bir kuşun çırpınışı gibi yükseliyor,
gökyüzü genişliyor,
ama bedenim ağırlaşıyor.
Toprağın diline dönüyor sessizce.

Bir başka beden bulamam belki,
ama bir başka biçim—
yeni bir yankı
yeni bir boşlukta doğar.
Zamanın sonu değil bu,
bir geçiş yalnızca.
Ölen bedendi,
ruh hep oradaydı,
benden daha yüksek,
benden daha geniş.

Bir zamanlar bedenimde solmuş her parça
artık başka bir tende can bulmaz.
Ama ruhum—
ruhum ölmeyecek.
Her göğe, her zamana
kendi adımı fısıldayacak.

İçimde kırılan bir dünya var,
ama ben orada kalamam.
Yolum ölümsüzlüğe—
her kopuş,
yeni bir doğumla başlar.

Bölüm IV – Son Katman veya Acılı Huzur

Ruhum uçarken bir şarkı bıraktı geride,
kanat sesleriyle örülmüş en ince ağıt.
Gökyüzü, şimdi bir boşluk koleksiyonu:
içine ses düşen, iz silinen, ad unutulan.

Kaybolan her iz,
bir zamanlar ben olduğum yerin sessiz yankısı.
Hafifliğim hâlâ yerçekimini incitiyor—
adımlarım, rüzgârda eriyen
bir harf gibi dağınık.

Bedenim, toprağa karışan son parça,
bir hatıranın kendine dönüp
yeniden düşünmeye çalıştığı şekli.
Her dikiş, bir yırtığın iziyle hatırlanır:
kapanmaz,
sadece ilerler.

Zaman—bir parmak izi artık—
her şeyi tutar
ama hiçbir şeyi hatırlamaz.
Ve başka bir ruh,
başka bir bedende
aynı ipliği geçiriyor iğneden:
bu kez iplik karanlık,
dikişler sessiz.

Yalnız değilim.
Acılar sürü hâlinde dolaşır geceyle,
her biri başka bir düşten düşmüş.
Bir melodinin içinden geçerken çatlamış
sızıların dudakları var—
konuşmazlar,
sadece susarlar birlikte.

Bazen bir omzun eğikliğinde,
bazen bir çocuk ansızın durup
sessizliğe kulak verdiğinde hissedilir.
Bir gece lambasının titremesinde
ya da rüyaya karışmış bir nefesin ucunda—
ben oradayım.

Ağır bir sessizliktir bu:
kendine bakınca her şeyi unutan
büyük bir ayna gibi.
Zaman, kirli bir cam artık:
üzerinde silinmeyen parmak izleriyle
hep dönüyor,
ama kimse bakmıyor.

Bir zamanlar “ben”dim—
şimdiyse bir uğultu,
boş odalarda gezinen bir yankı.
Kederin gölgesinde çoğaldım,
adım silindi belki,
ama şeklim kaldı
bir suya düşen ses gibi.

Kaybolan her şey,
bir başka tenin hafızasına siner.
Bir çocuğun gözlerinde,
bir rüyanın kıyısında
yeniden doğmak için nefes bekler.

Bedenler yalnızca kabuk—
ama ruhlar,
birbirinin iziyle dikilir yeniden.
İki bakış kesiştiğinde
ben, bir anlığına
geri çağrılırım.

Unutulmak değil bu,
dağılmak.
Ama her yere.
Ve yeniden toplanmak—
başkasında,
başka bir biçimde.

Kim bilir, belki bir gün
aynı taşlara basan bir başka adım,
aynı sessizliğe takılan bir nefes
beni yeniden çağırır.
Ve ben,
bir şarkı gibi—
eski ama unutulmamış—
çalarım bir çocuğun ıslığında.

Eski şarkılar yeni dudaklarda ürperecek,
ve acı,
yeniden doğmadan önce
bir gövde daha arayacak kendine.
Her yankı,
bir başka başlangıcın
çarpıntısıdır belki.

Sesler geçer.
Ama boşluk kalmaz.
Biri düştüğünde,
bir başkası tutar ipliği yeniden.
Karanlık olsa da
iğne yolunu bilir tenin üstünde.

Kaç dikiş daha atılır, bilinmez.
Ama her iğne biraz kanar önce.
Ve kimi dikiş tutmaz artık teni—
yalnızca geçer,
geçer,
geçer
içimizden.

Yarım Kalan Projelerin Unutulmaz Organizatörü

Farklı İşler!

Profil 1

Nuri Bay

Profil 2

Nuri Sel*

Profil 3

Ferit Nakıs

Profil 4

Ömer Lütfi Ünbil

Profil 5

Nuri Bay v4.0

Kategoriler

Son yorumlar

Üst veri

Etiketler

Etiketler:

#survivorshipbias #backtest #algo #algoritmiktrade #optimizasyon

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.