Çiçeksiz orkidelerimi
eve misafir geleceği zaman
saklıyorum, bir ayıp gibi.
Görmesinler.
Sorsalar, “hep çiçekliydi” derim.
Bozulmuş saatleri çekmecelere,
yıpranmış kitapları üst üste,
kırık bardakları en arkaya.
“Çay var mı?” diye sorduklarında
gözlerinin içine bakıp
“Var” diyorum,
ama en sevdiğim kupayı gizliyorum
çünkü kenarı çatlak.
Yüzümün eğildiği anları
yastığın içine hapsediyorum,
uyanır uyanmaz
yorganı düzeltiyorum.
Rüyalarımı anlatmıyorum mesela,
kimse bilmesin
orada kimlerle konuştuğumu.
Ev tertipli,
kelimeler ütülü,
sessizlik cilalı.
Ama en güzel cümleleri
hep yalnızken söylüyorum.
Kendi kendime konuşuyorum,
başkalarının duymadığı bir dille.
Öfkemi, telaşımı,
sıradan ama çok anlamlı iç çekişlerimi
bağırıp bağırıp susuyorum.
Bir duvar gibi.
Duvarlar ne çok şey duyar
ve ne az şey söyler, değil mi?
Beni çocukken nasıl çağırdılar,
hangi kelimelerle süslediler ismimi?
“Nazik ol,” dediler,
“gülümse,” dediler,
“herkesin içinde ağlanmaz,” dediler.
Sonra öğrendim,
kimse üzgün birini sevmez,
ve en yalnız insanlar
en neşeli kahkahaları atar.
Öylece baktım dünyaya,
kendi gözlerimle değil,
başkalarının görmek istediği gibi.
İçimdeki sesi kısarak
onların sesini açtım.
Kendime en az yer kalan
benim hikâyem oldu.
Ve şimdi biri gelse,
kapıyı çalsa
ve “Sen kimsin?” dese,
orada durup ne derdim?
Beni çağırdıkları adı mı,
içimde saklı olanı mı?
Ve bütün çiçeksiz orkideler
gözlerini açsa bir anda,
şimdi ne yapardım?
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!