30 Kasım 1895 tarihinde The Illustrated American mecmuasında “Adını Vermek İstemeyen Bir İsim” tarafından kaleme alınan “Türkiye Hakkında Gerçekler” başlıklı enteresan makale.
Yeryüzünde gerçekleri söylemenin başka yerlerden daha zor olduğu bir ülke varsa o ülke Türkiye’dir. Müslüman ve Hıristiyan tebaa sürekli olarak abartmaya o kadar yatkındır ki gerçek kendi çıkarlarına çok açık bir şekilde karşıyken gerçeği söylemekte başarısız olurlar. Sadece siyasette ve ticari işlemlerde değil, gerçeğin otomatik olduğu batılılar için tüm bu yaşam ilişkilerindeki yalan söyleme alışkanlığı, Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok yerinde seyyahların dikkatini çeken ilk özelliktir.
Ülkenin bu en önemli kusurunun sıralamasında, Müslüman ve Ermeni Hristiyan arasındaki tek fark, ikincisinin her zaman birincisinden üstün olduğu derece farkıdır. Ermeni’nin Türk’le yaptığı işlerin çoğu yalan, dolandırıcılık ve keskin uygulamalarla tasarlanıp yürütülürken, Türk de bazen Hıristiyan uyruğuna İslamcı zeka veya hayal gücünün ayrıcalıklı özelliklerinden biri olan bir gaddarlıkla borcunu ödüyor. O halde yalan ve gaddarlık, Türkiye’nin iki temel özelliğidir ve bu kaba genellemede, sonunda öfkeli medeniyeti bir protesto konsensüsüne uyandıran durum ifade edilmektedir.
Tarih boyunca geriye doğru kısa bir bakış atın. 1878’de Avrupa’nın büyük güçleri Berlin’de bir araya geldiler ve Türkiye ile Sultan’ın Ermenilere reform yapması gerektiğinin muğlak terimlerle ifade edildiği bir antlaşma formüle ettiler. Bu tanımlanmamış reform vaadi, Sultan’ın egemenliğindeki altı yüz bin Ermeni’yi, bir gün iki ruha sahip bir Müslüman nüfus arasında bağımsız bir ulus haline geleceklerine dair oldukça saçma bir umutla canlandırdı. O günden itibaren Ermenistan’ın her yerinde gizli cemiyetler örgütlemeye başladılar ve rahipleri kürsüden ajitasyon yapmaya başladılar.
Halklarına yeni ulusu resmettiler; geçmişin Ermenistan’da hüküm süren efsanevi ve masalsı krallarını ezberden okudular. Aynı zamanda Paris, Londra ve New York gibi merkezlerde basın yoluyla Ermenilere karşı bir dış ajitasyon başladı.Zaman zaman yurtseverlerin yüreğini ateşleyen gazete ve broşürler dış dünyadan Ermenistan’a kaçırılıyordu. Hareket zorlu olmaya başladı. Ermeni, efendisine karşı tavrında gitgide meydan okuyordu.
Öncelikle camilere zarar vermek ve kiremitlerini çalmak gibi soygunlarla işe başladılar. Erivan’daki büyük cami, bu vandal ve saygısız eller tarafından neredeyse yıkılmıştı. Türklere borç verdikleri tüm paraların faiz oranlarını yükseltmek için cemiyetler örgütlediler ve gizli cemiyetlerinde bir Türk’e iş hayatında asla adil davranmayacaklarına, her fırsatta onu soyup ezeceklerine yemin ettiler.
Ermeni, ülkesinin tefecisidir, çünkü Türk, namaz kılmak için o kadar çok zaman harcar ki, borç verecek para kazanmaya hiç vakti olmaz. 1892’de Sason vilayeti artık Bab-ı Ali tarafından vergilendirilmeyi kesinlikle reddetti. Hükümet, vergi toplamak amacıyla subay ve askerlerinin İstanbul’dan bu eyalete gönderilebilmesi için “Cheneck” (?!) nehrinin karşısına bir köprü inşa etmeye başladı. Türk askerleri bu köprüyü yaparken Ermeniler üzerlerine ateş açtılar ve olaylar büyüdü. Padişah daha sonra imparatorluğunu henüz bitirebilecek ciddi bir sorunla yüzleşmek zorunda kaldı. Kendisinin ve tüm ulusunun Avrupa’da ne kadar hoş karşılanmadığını çok iyi bildiğinden, kalbinin dikte ettiği gibi Ermenilerle başa çıkmaktan korkuyordu. Bu nedenle, amacına ulaşmak için dolambaçlı, diplomatik ve tamamen Türk olmayan bir yol buldu.
Küçük Asya’da Kürtler olarak bilinen, tarih kadar eski göçebe bir soyguncu kabilesi bulunmakta. Taşralı Ermeniler nasıl ovalarda ve dağ yamaçlarında yaşıyorsa, onlar da çoğunlukla kerpiç köylerde kendi başlarına yaşıyorlar. Bu Kürtler ilkbaharın başlarında kulübelerinden ayrılırlar ve bazen daha iyi otlaklar bulmak için sürülerini dağların üzerinden uzun mesafelere sürerler. Burada keçi kılından çadırlarda toplanırlar ve buradan sürülerini şehirlerde pazarlamaya giderler. Kürtler, şehirli Müslüman halk kendilerine bulaşmadıkları zaman cömert ve dürüsttürler. Doğaları gereği açık yürekli, cesur ve naziktirler, ancak gerçek haydutlardır. Asurluların günlerinden bu yana bu bölgeyi kasıp kavuran tüm savaşların kurbanları oldukları için haydutluk tabiatları olmuştur. Tıpkı Fas’taki Yahudilerin diğer vergi tahsildarlarını uzak tutması için Berberilerin kendilerini soymasına izin vermesi gibi, Müslüman ve Hıristiyan halkta diğer soygunculara karşı korumalarını alabilmek için Kürtlerin haraçlarına boyun eğiyor.
Kürtler bir Ermeni köyüne vardıklarında şu kadar sığır, koyun, keçi vb. isterler ve bunlar kendilerine haraç olarak verilir. Kürtlerin çoğu, Türk hükümeti altında bir tür milis olarak örgütlendi ve Sultan’ın üniformasını giydiler. Türk askerinin hizmet etmeye gönül vermediği o vahşi mahallelerde bir nevi polis görevi görüyorlar. Sultan, bu üniformalı Kürt askerlerinin ve soyguncuların kullanılmasında, Avrupa’nın genel dikkatini çekmeden Ermeni Hıristiyan tebaasından kurtulma fırsatı olduğunu düşündü. Bu Kürtler, İstanbul’dan Ermenileri öyle bir soymaya, onlara zulmetmeye ve kızdırmaya sevk edildi ki, ülke onlar için fazla büyüyecek ve onlar göç etmeyi tercih edeceklerdi. Ancak Kürt, teşvik aldığında kurbanını yakaladı ve birçok mahalde tüm mallarını elinden aldı.
Hiçbir şey bir Ermeni’yi dünyevi mallarını kaybetmekten daha fazla incitmez. Kürt, Türk tarafından Ermeni’ye bir sülük kadar inatla sarılmaya teşvik edildi. Ancak Türk yetkilinin yardım ettiği Kürt, kısa süre sonra İstanbul’daki efendisinin kontrolünden çıktı… ve tarihin en kanlı katliamlarından bazılarıyla dünyanın sinirleri yıprandı. Yine de hakikat, özellikle tarihsel ifadelerde, ortalamaların çarpıcı olmasını zorunlu kılar.
Ermeni, zalim Müslüman’ın Hıristiyan şehidi pozunu vermiştir, ancak karakteri gereğince incelendiğinde, böyle bir sempatiyi ve ilgiyi hak etmemektedir. O, Türklerle ilişkilerinde sadece insanların en namussuzu değil, aynı zamanda Türk’ün kendisinden daha katı bir fanatiktir. Okuyucu bu iddiaya hayret edebilir. Mesela Ermenistanda bir Hristiyan tüm camilere girebilir, Müslümanların evine gidip onun misafirperverliğine ortak olur. Öte yandan, Ermenistan’da bir Müslüman’ın bir Gregoryen Hristiyan kilisesine girmesine asla izin verilmez. “Echmigian”, Ermenistan’ın kutsal Gregoryen Hristiyan Kilisesi’nin merkezidir. Ermeniler, Müslümanın yok olması için burada sürekli dua eder.
Geçenlerde bir İngiliz beyefendi, Müslüman hizmetkarıyla birlikte bu kiliseye girdi. Hizmetçisinin “kapıyı karartmış” olan ilk Müslüman olduğu ve bir İngiliz olmasaydı, uşağının girmesine izin verilmeyeceğinden emin olması söylendi. O ülkedeki Hristiyan misyonerlerin acı bir şekilde kanıtlamak zorunda kaldıkları gibi, Ermenilerin diğer Hristiyanlara misafirperverliği de yok. Ayrıca, yazışmalarda çokça iddia edildiği gibi, Kürt ve Türk askerlerinin Ermeni köy kiliselerini yıkıp yaktığına inanmak da yanlıştır. Ermeni taşra köyü, bu insanların bizim Kızılderililerimiz gibi yaşadıkları, duman ve kirle kaplı, birçoğunun sarhoşluğa kapıldığı ve ahlâksızlığın çok olduğu kaba çamur kulübeler veya yuvalardan oluşan bir topluluktan başka bir şey değildir. Dürüst, cana yakın, sabırlı, yeni bir Haçlı seferine layık insanlar olarak resmedildiler, ancak ne dağlarda ve ovalarda dolaşan Kürt haydutların katı cesaretine ne de Padişahına Halife diyen Türk köylüsünün imanı ve vatanseverliği gibi basit bir yiğitliğe sahipler.
New York World gibi gazetelerde bir Ermeni köyünde yaşanan katliamla ilgili anlatılanları okuyunca, buranın çok güzel kiliseler, evler ve bahçeler içerdiğini ve kötü, vahşi Kürtler oraya girince bir çanın çalmasıyla insanların dua etmeye çağrıldığını düşünürsünüz. Halbuki bu tür köylerin çok azında herhangi bir tür kilise vardır, ancak hepsinde kendi halkından ve Türk’ten alınan yüksek faizle zengin olmuş bir veya daha fazla gaspçı veya tefeci vardır. Şehirli Ermeni ise bir metelikten bir çok Türk’ün kazanabileceğinden fazlasını kazanabilen soğuk kalpli bir adamdır. Çok dil bilir ve ticarette usta olmadığı hiçbir şey yoktur. Ticaret sanatında öyle üstündür ki Türk ne kadar kötü bir şekilde aldatıldığını çoğu zaman anlayamaz. Bu Ermeni tüccar, Bitlis ve Sason’un bütün kasabalarında Müslüman komşularıyla semizleşmiştir. Bunu biliyorlar ve ırk gaddarlıkları onlara hakim olduktan sonra, onu avlamakta yavaş kalmıyorlar. Bu nedenle katliamlar, Türklerin dini bağnazlığının sonucu değil, Ermenilerin siyasi ajitasyonunun ve keskin ticari uygulamalarının doğal bir sonucu olmuştur.
Ermeniler Rusya’ya ilhak edilmek istemiyorlar. Size, Çar’ın Kafkasya’daki Ermeni Hıristiyanlar arasında yaptığı gibi, siyasi kışkırtmalarına hızlı bir şekilde son vermesi için, Çar’ın altına girmektense Sultan’ın altında kalmayı tercih ettiklerini söyleyecekler. Kendi halklarının yaklaşık yarım milyonunun entrikalar çevirmeye devam edebileceği ve bir buçuk milyon Müslüman köylü ve Kürt için şişmanlayabileceği bir Ermenistan istiyorlar. Padişah ve Kürtlerinin müdahalesi olmasaydı Ermeniler cennette yaşayacaktı. Artık Türkiye’de biri hariç her ayrıcalığa sahipler. Sözleri hiçbir yerde, mahkemelerde yeminli olarak kabul edilmez. Müslümanınki ise her yerde kabul edilir. Onlara karşı yapılan tek ayrım budur! Tabii ki, bu insanların oldukça büyük bir kısmı Türk zulmünün ve katliamının masum kurbanlarıdır, ancak bir halk olarak, Doğu Avrupa’daki durumdan radikal bir şekilde sorumlu tutulmalıdırlar çünkü şimdi Türkiye’yi ve Avrupa barışını tehdit eden bütün belayı onlar hızlandırdı.
Bununla birlikte, Türk için hiçbir savunma yapılamaz. Onunla barış olamaz. Ermeni, büyük olasılıkla, Tanrı’nın onu Avrupa’dan kovmak için gönderdiği sefil bir araçtır. 600.000 Ermeni içinden geçen yıl içinde eksilen 10.000, Sultan’ın sunduğu ve gerçekleştireceği reformlar ne olursa olsun onu rahatsız etmeye devam edecek. Şimdi Yıldız Köşkü’nde korkudan sinen adamın deliliği ve çaresizliği de bundandır. Dışarıdan Ermeni siyasetçiler, Türkiye’nin yıkımını gerçekleştirmek için, kendi sefil bedenlerinden on binini her yıl kurban etmeye içerideki kardeşlerini kolayca ikna edebiliyorlar. Ve eğer bu Türk’ten kurtulmanın tek fedakarlığı olsaydı, ucuz olurdu; ama Türk, yola çıkmadan önce Avrupa’nın karşısında son bir kahraman çıkarıp meydan okuyacak. Bu, bir bütün olarak Türk halkının ve tipik bir birey olarak hükümdarlarının incelenmesinden tahmin edilebilir.
Şahsen Sultan, hem fiziksel hem de zihinsel alışkanlıklar açısından merhum Jay Gould’a benzeyen bir adamdır. Bay Gould, büyük bir anlaşma yapmak istediğinde bazen demiryollarını ve diğer para şirketlerini birbirlerine karşı oynamayı başardığı gibi, Güçleri birbirine karşı oynadı. Padişah, Türkiye’nin geçmişe dayanan politikasında şaşırtıcı derecede zekice davranmış; ancak Büyük Güçler birleşip zulüm uyandığındave Ermeni, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması için kendini feda etmeye kararlı olduğunda, kader açıkça Abdülhamid’e karşı kozlarını açmıştır.
Etiketler:
#hareketliortalama #trend #grafik #teknikanaliz #finans
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!